24 Eylül 2009 Perşembe

pozitif düşün..


Beyin öyle bir güçtür ki..

Kafadan geçen her düşüncenin bir talep olduğuna inanıyorum...

iyi şey ister güzel şeyler düşünürseniz cevabı aynen öyle gelir ,

Ama hep korku ve kuşkuyla yaşarsanız aynen bunları da çağırırsınız.

Trafik kazasından korkan insanlar hep kazaya uğrarlar. Eğer siz korkuyla yola çıkar ve hep bunu beyninizde kurgulayıp etrafa negatif enerji yayarsanız mutlaka şoföre kaza yaptırırsınız ama arabayı siz kullanıyorsanız ve böyle korkularınız varsa eğer sakın araba kullanmayın...

Çocuğuna aşırı korumalı ana ve babalarının çocuklarına hep bir şeyler olur yani biri bir taş atsa bile gelir sizin çocuğunuzun kafasını bulur o zaman siz şunu düşünürsünüz "onu kollayıp korumasam hep başına olumsuz şeyler geliyor.
Neden acaba ? Bu tıpkı (yumurtamı tavuktan çıkar, yoksa tavuk mu)'yu andırmıyor mu?

Öyle mutsuz bir toplum olduk ki birbirimize günaydın diyemiyoruz, bir araya geldiğimizde hep olumsuz olaylar konuşuyoruz, biri bize nasılsın dese iyiyim demeye korkar olduk, işler nasıl deseler, derhal şikayet etmeye ve her şeyin kötü ve daha da kötüye gittiğini söylüyoruz, hastalıklarımızdan ve ölümlerden bahsediyoruz yani dostlarla da sohbetin güzelliği , keyfi kalmadı.

Hep para olmadığından yakınıyoruz sanki bunu soran bizden para isteyecekmiş gibi. Aynen devam edin, neyi YOK diyorsanız, onu YOK etmeye devam edin, sürekli şikayet edip etrafa olumsuz ve zavallı görünerek her şeyin
bereketini kaçırın, ayrıcada bu kadar mızırdanma sonunda dostlarınızı da kaçırdığınızı fark edeceksiniz.

Sürekli param yok diyen insanlar paralarının bereketini öyle kaçırırlar ki bir gün gelir birde bakarlar gerçekten paraları bitmiş ama bu bitiş ani çıkan hesapta olmayan mecburi harcamalarda olabilir, sağlığa harcanması gereken miktarlar da olabilir.

Hep hastayım diyen insanlar mutlaka hasta olurlar beyin şartlanmaya görsün hangi hastalıktan korkup, çağırıyorsanız size onu getirir.

Allah zaten verilen nimetlere şükretmesini bilmeyen kullarından bu nimetleri bir müddet sonra almaya başlar.
Çevrenize bakın örneklerni çok göreceksiniz.

Gelin bundan sonra Nasılsın diyenlere
ÇOK İYİYİM ÇOK ŞÜKÜR demekle işe başlayın.

Öyle bir toplum olduk ki karşımızdakini yargılamaktan sevmeye zaman bulamıyoruz.

Oysa her yaşta sevgiye ihtiyacımız var.
Sevgi sunulmazsa sevgi değildir.
Neyi severseniz sevin ama içinizde yoğun sevgi duyguları olsun.
Birisine sevginizi söylediğinizde hareketlerle bunu pekiştirdiğinizde ona öyle güzel bir enerji yollarsınız ki, onun mutluluğunun enerji şeklinde size geri dönüşünden
aldığınız pozitifi başka hiçbir şeyde bulamazsınız.

Yeni bebeği olmuş bir anne eğer sıkıntıları varsa veya olumsuz bir kişiliğe sahipse lütfen en olumlu olduğunda bebeğini kucağına alıp onu çıplak tenine deydirsin.
Eğer bebeklerinizin huzurlu ve sağlıklı bir bebek olmasını
istiyorsanız onu sakin kavgasız gürültüsüz ve pozitif birortamda büyütmeye çalışın, Kızgınken, sinirliyken kucağınıza almamaya çalışın ve ona sınırsız sevginizi gösterin.
Öpün koklayın ve bilin ki bu günler çok çabuk geçecek ve
bilin ki çok çabuk büyüyorlar.

Bazı anne ve babalar çocuklarını çok sevdikleri halde bunu ifade edemez ve gösteremezler.


Neden ?

Ne zaman göstereceksiniz?
Tanrı'nın verdiği bu armağana sevgiyi en güzel şekilde göstermemiz bir şükür ve teşekkür değil mi ?

Beyin öyle bir güçtür ki ,

insan beyin gücünü kullanarak isterse kendini felç de edebilir, öldürebilir de, kanserini de yenebilir.
Yeter ki beynini şartlandırabilsin.
Beynimizde yaklaşık 13 milyar civarında sinir hücresi
vardır. Her bir hücre yaklaşık 7.3 kilo voltluk enerji açığa çıkarır.
Pratikte mümkün değil ama teorikte beyindeki tüm sinir hücrelerinin aynı anda enerjilerini saldığını varsayalım, yaklaşık 350 milyon kilo voltluk bir enerji açığa çıkar ki bu da büyük bir metropolün tüm elektrik ihtiyacını
karşılayacak güce sahiptir.
Size tıp kitaplarına girmiş bir olayı anlatmak istiyorum,

"Et taşımaya yarayan soğutuculu bir tren, temizlenmek için bir istasyonda duruyor..
İşçiler vagonları temizlemeye başlıyorlar, işçinin biri bir vagonu temizlerken diğer işçi o vagonu boş sanıp kapısını dışardan kilitliyor..
Biraz sonra tren hareket ediyor, ve bir durak sonra et almak üzere bir istasyonda duruyor.
Kapalı kalan işçinin vagon kapısı açıldığında işçinin
donarak öldüğü görülüyor.
Fakat bir bakıyorlar ki, vagonun ısısı normal ısıda yani dondurucuya geçirilmemiş.
Ama kapalı kalan işçi bunu bilmediği, donarak öleceğini sandığı için beyin aynen donmanın şartlarını hazırlayarak,
donmanın tüm belirtilerek göstererek vücudunu buna uyduruyor."..

Yani beyninizi olumlu şeylere kanalize edin .
Bazı insanlar vardır, hep konuşurken daha yaşasam
1-2 sene daha yaşarım diye konuşup sık sık bunu
tekrar ederler ve kendilerine adeta bir ölüm zamanı belirlerler.
Ben bu laftan çok korkarım ,eğer bunu inanarak söylerlerse beyinlerini öyle bir şartlarlar ki , öyle bir kurgularlar ki gerçekten dedikleri zamanda ölürler.
Bu yüzden kaç yaşında olursanız olun hep bir hedefiniz ve hayalleriniz olsun ki uzun yaşayabilesiniz.
İnsan hayal ettiği müddetçe yaşarmış.
Ne doğru bir laf değil mi?

Dün bitti. Dünün tekrarı yok aynı rüyalar gibi.
Yarın, hiç bilmiyoruz, iyi şeylerde olabilir kötü de .

Ama şu anımı biliyorum,ayağım kırık bu yazıyı yazıyorum ama eşim yanımda çocuklarım sağ ve ben bu yüzden dünyanın en mutlu insanıyım ve yarınımı da bilmediğim için bu anımı en iyi, en keyifli ve en pozitif şekilde
değerlendiririm.

Bilmediğim bir geleceği düşünerek de bu anımı zehir edemem.

Siz de böyle yapın ve hayatınızı birbirine karıştırmamak kaydıyla 3'e bölün.

Dün, bugün,yarın diye...

Biz ani stresleri çok severiz.

Çünki ani streste vücutta Adrenokortikotrop hormon (ACTH) artar ve hafıza, algılama, enerji süper olur.

Yani bu hormon strese karşı vücudun bir sigortasıdır.

Ama siz bu stresi kısır döngüye çevirirseniz yani sürekli beyninizde kurarsanız, hep bunu düşünürseniz, gelen olumlu şeylerin hepsi geri gider.

Yani unutkanlıklar, enerji kayıpları, isteksizlikler, migren, mide-bağırsak şikayetleri, uykusuzluklar, beyin tümörler, tansiyon iniş-çıkışları, vücudun muhtelif yerlerinde uyuşmalar, mutsuzluk, hatta depresyon ,kalple ilgili
şikayetler ve kansere zemin hazırlamış olursunuz.

Bunları kendinize niye reva göreceksiniz ki ?

Akıllı, kontrollü ve olumlu olmak yeterli.

Eğer büyük bir strese girdiyseniz kendinize hobiler bulun, yani kafanızı dağıtın.

Başka işlere kanalize olun ki stres yaratan faktörün etkisi az alsın veya sevdiğiniz, sizi mutlu eden şeylerle uğraşın.

Bunları da yapamıyorsanız dua edin, duaların insanlarda yarattıkları mistik etki onların pozitiflenmesini sağlar.

Ben evde sokakta bile hep iyilik diler ve hayır için dua ederim...

24 Temmuz 2009 Cuma

kısa kısa..


bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan,için rahat olsun.

giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir şeye yaramayacaktır...

23 Temmuz 2009 Perşembe

SPA..


SPA, Salus Per Aquam yani Sudan Gelen Sağlık demektir. Fransız ekolü ve Alman ekolü olmak üzere dünyada iki ekolü vardır.

Spa’nın tanımı, şifalı sular ile yapılan bakım demektir. Spa pazarı epey gelişmesine rağmen Türkiye'de yeni gelişmekte olan bir sektördür. Görünüşe göre dünyanın her ülkesinde spa başka bir anlam ifade ediyor ama genel anlamda bakıldığında her birinin ortak noktası güzellik ve o ülkenin kültüründe güzellik kavramının ne manaya geldiğidir. Spa, hızla gelişmekte olan bir kavram ve dünyanın birçok yerindeki resort ve otel komplekslerinde yer almaya devam ediyor. Spa merkezlerini diğer merkezlerden ayıran özellikler, mekanın girişinden başlıyor. Müzik sistemi ve dekoruna kadar, hoş kokulu mumlardan ışık sistemine kadar kullanılan kozmetik malzemeleri de dahil merkeze gelen kişiye ruhsal ve bedensel hizmet sunuyor. Spa müşterileri genelde vücut bakım programlarını tecih ediyor. Rahatlatıcı aroma yağları ile salt body peeling’in kombine edilerek masaj teknikleriyle kişiye uygulanan bu bakım, hem vücudu, hem de ruhsal rahatlatmayı sağlıyor. Masaj yağı içeriğindeki citrus aromaları sayesinde kan dolaşımını hızlandırıp, vücuda zindelik kazandırırken, salt body peelingle de cildi ölü deriden arındırıyor. Bunun ardından toz halindeki deniz yosununu su ile kıvamlaştırarak kişinin komple vücuduna sürülmesi sağlanıyor. Stretch filmlerle bandajlayarak dermolife cihazına kişi yatırıldıktan sonra titreşim usulüyle kan dolaşımının hızlandırılması ve cihazın püskürttüğü aroma buharı ile de vücudun toksinlerden arındırılması sağlanıyor. Cihazda bulunan farklı renk yansımaları, renk terapisi de yaparak kişinin ruhsal yönden dinlenmesine ve rahatlamasına olanak veriyor. Bunun yanında kullanılan bir diğer yöntem de deniz tuzları ve yosunlarıdır. Bunlar, mineralleri bakımından zengin ve aynı zamanda içeriklerinde cilt proteini olan elastini artıran ön maddeleri içerirler. Bu sebepten dolayı, üyesi bulunduğunuz merkezlerde bu tarz uygulamalara çok dikkat etmelisiniz. Tüm bu uygulamaların amacı, vücudun su ve tuz dengesini ayarlaması, bedene enerji kazandırmaları, yorgunluğu ve ağrıyı almaları ve az önce de değindiğim gibi cilt proteini olan elastinin yeniden yapılanmasını sağlamaktır.

Sudan gelen sağlık [değiştir]Orjinal adı ile “Saunus Per Aquam” (SPA) yani “Sudan Gelen Sağlık”, Romalılardan bugüne kadar uygulanan su terapilerine verilen isimdir. Su ile iyileşme, suyun kullanımından gelen sağlık, suyun sıcak, soğuk ve farklı biçimlerde (akıtma, damlama, duşlama, püskürtme) uygulanması ile kazanılan dinlenme ve ferahlama duygularının edinildiği bütünleyici terapi anlamında kullanılmaktadır.

Albert Einstein'ın hayatı ve buluşları


(14 Mart1879 - 18 Nisan1955) , Yahudi asıllı Alman teorik fizikçi.
20. yüzyılın en önemli kuramsalfizikçisi olarak nitelenen Albert Einstein, Görelilik kuramını (diğer adları ile İzafiyet Teorisi ya da Rölativite Kuramı) geliştirmiş, kuantum mekaniği, istatistiksel mekanik ve kozmoloji dallarına önemli katkılar sağlamıştır. Kuramsal fiziğine katkılarından ve fotoelektrik etki olayına getirdiği açıklamadan dolayı 1921Nobel Fizik Ödülü'ne layık görülmüştür. (Nobel Ödülü'nün ve Nobel Komitesi'nin o zamanki ilkeleri doğrultusunda, bugün en önemli katkısı olarak nitelendirilen Görelilik kuramı fazla kuramsal bulunmuş ve ödülde açıkça söz konusu edilmemiştir.)

HayatıEinstein 1879 yılında Güney Almanya’nın Ulm kentinde dünyaya geldi. Babası küçük bir elektrokimya fabrikasının sahibi; annesi ise, klasik müziğe meraklı, eğitimli bir ev hanımıydı. Konuşmaya geç başlaması ve içine kapanık bir çocuk olması, ailesini tedirginliğe düşürmüşse de, sonraki yıllarda bu korkularının gereksizliği anlaşılacaktı. Giderek meraklı, hayal gücü zengin bir çocuk olarak büyüyordu.
Okulu hiçbir zaman sevemedi. Gerçekten de, genç Einstein’ın ileride ortaya çıkacak dehasının temelleri, kendisinin de sonradan belirttiği gibi, okulda değil başka yerlerde atılmıştı: “Çocukluğumda yaşadığım iki önemli olayı unutamam. Biri, beş yaşında iken amcamın armağanı pusulada bulduğum gizem; diğeri on iki yaşındayken tanıştığım Öklid geometrisi.Gençliğinde bu geometrinin büyüsüne kapılmayan bir kimsenin, ileride kuramsal bilimde parlak bir atılım yapabileceği hiç beklenmemelidir!”
Lise öğrenimini 1894′te İsviçre’de tamamladı ve 1896′da Zürih Politeknik Enstitüsü’ne (ETH) girdi.
Einstein, Sırp asıllı Mileva Maric adlı bir fizik öğrencisi ile evlendi. Mileva, Einstein’nın 1905′te çıkardığı araştırmanın matematik hesaplarında yardımcı olmuştur.
1955′te hayata gözlerini yumana kadar bilim dünyasına çok şey kattı. 1916′da yayımladığı “Genel Görelilik Kuramı“, 1921′de “fotoelektrik etki ve kuramsal fizik" alanında çalışmalarıyla aldığı Nobel Fizik Ödülü, dahinin en önemli başarılarından sadece ikisi ya bilinmeyen dünyası… Bern’de federal patent dairesinde görev aldı. Bu görevden arta kalan zamanlarda çağdaş fizikte ortaya atılmaya başlanan problemler üzerinde düşünme fırsatı buldu. Önce atomun yapısı ve Max Planck’ın kuantum teorisi ile ilgilendi. Brown hareketine ihtimaller hesabını uygulayarak bunun teorisini kurdu ve Avogadro sayısının değerini hesaplayarak teorisini test etti. Kuantum teorisinin önemini ilk anlayan fizikçilerden birisi oldu ve bunu ışıma enerjisine uyguladı. Bu da onun, ışık tanecikleri veya fotonlar hipotezini kurmasını ve fotoelektrik olayını açıklayabilmesini sağladı.
1905 yılında “Annalen der Physik” dergisinde bu çalışmalarını açıklayan iki yazısından başka, üçüncü bir yazısı daha çıktı ve bu yazıda görecelik teorisinin temelini attı. Teorileri sert tartışmalara yol açtı. 1909′da Zürih Üniversitesi’nde öğretim görevlisi oldu. Prag’da bir yıl kaldıktan sonra, Zürih Politeknik Enstitüsü’nde profesör oldu. 1913′de Berlin Kaiser-Wilhelm Enstitüsü’nde ders verdi ve Prusya Bilimler akademisine üye seçildi.Bir bilim adamı olarak 1. Dünya Savaşı’nda tarafsız kaldı. . İlk eşinden Hans ve Eduard isminde iki erkek çocuk sahibi olan bilim adamını 1914 yılında eşi terk etti. 1. Dünya Savaşı nedeniyle yiyecek kıtlığı sırasında mide ağrıları çeken bilim adamına kuzeni Elsa bakmış ve ikinci defa kuzeni Elsa (takma ismi Else) ile evlenmiştir.
Birçok özlü inceleme yazısı yayımladı ve bunlarda teorilerini geliştirdi. 1921′de Nobel Fizik Ödülü’nü kazandı.
Yabancı ülkelere birçok gezi yapmakla birlikte 1933′e kadar Berlin’de yaşadı. Almanya’da yönetime gelen Nasyonal Sosyalist (Nazi) rejimin ırkçı tutumu dolayısıyla, pek çok Musevi asıllı bilim adamı gibi o da Almanya’dan ayrıldı. Paris’te College de France’ta ders verdi; burdan Belçika’ya oradan da İngiltere’ye geçti. Son olarak Amerika Birleşik Devletleri’ne giderek Princeton Üniversitesi kampüsünde etkinlik gösteren Institute for Advanced Study’de (İleri Araştırma Enstitüsü) profesör oldu. 1940 yılında Amerikan yurttaşlığına geçti.
Küçük oğlu Eduard akıl hastalığı nedeni ile Zürih yakınlarında bir bakım evinde hayatını geçirmiş; büyük oğlu Hans, babası ve annesinin karşılaştığı Zürih Polytecnic’te mühendislik okumuş ve daha sonra University of California, Berkley’de profesörlük yapmıştır. 1955′de Princeton’da ölmüştür; oğlu Hans yanında bulunmuştur.
Üvey kızı Margot Einstein, bilim adamının kişisel mektuplarını özenle herkesten saklamış ve kendisinin ölümunden 20 yıl sonra daha saklı kalmasını vasiyet etmisti. Günümüzde Princeton Üniversitesi tarafından basılan bu mektuplar bilim adamının gizli kalmış özel yaşamı hakkında ilginç bilgiler sunmaktaydı.

BuluşlarıEinstein'ın fizik alanındaki çalışmaları modern bilimi büyük ölçüde etkiledi.
Bu teori üç bölüme ayrılır:

1. Newton mekaniğinin yasalarını değiştiren ve kütle ile enerjinin eşdeğerli olduğunu öne süren Özel Görelilik (1905);
2. Eğrisel ve sonlu olarak düşünülen dört boyutlu bir evrene ait çekim teorisini veren Genel Görelilik (1916);
3. Elektro-manyetizma ve yerçekimini aynı alanda birleştiren daha geniş kapsamlı teori denemeleri.

İlk iki teorinin geçerliliği atom fiziği ve astronomi alanında yapılan deneylerle çok başarılı bir biçimde sınanmıştır; çağdaş fiziğin temel taşları arasında yer alırlar. Einstein atom ile ilgili olarak: "Ben atomu iyi bir şey için keşfettim,ama insanlar atomla birbirlerini öldürüyorlar." demiştir. Ayrıca birçok kişinin ilgisini çeken "Neden Sosyalizm?" adlı yazısı Monthly Review adlı aylık dergisinin, ilk sayısının, ilk yazısıdır.

yavru kirpi..





ELMA VE ŞARAP


Kadınlar ağaçtaki elma gibidir.
En iyileri en üst dallarda bulunur.
Erkeklerin coğu düşüp incinmekten korktukları için üst dallara uzanmak istemezler.
Onun yerine yere düşmüş çürükleri toplarlar çünkü onları elde etmek daha kolaydır.
Yukarıdaki elmalar ise kendilerinde ararlar suçu ve sorarlar kendilerine 'Nerede hata yapıyorum' diye.
Aslında gerçekten hatasız ve muhteşemlerdir.

Sadece doğru erkeğin ortaya çıkıp cesaretini ve yüreğini toparlayıp o üst dallara ulaşmasıdır bütün olay.
Lütfen bu gerceği iyi elma olan bütün kadınlarla paylaşın. (Dalından toplanmış olsalar bile)

Erkekler ise ...
iyi birer şarap gibidir.
Koruk olarak başlarlar, mayhoş ve tatsız...
Kadınlar tarafından canları çıkana kadar çiğnendikten sonra ancak bir yemeğin yanında gidecek kadar tatlanırlar...

"Çok yaşa"yın


Hapşıran bir kişiye 'çok yaşa' demek adeti hemen hemen her kültürde vardır. Anlam olarak biraz değişik de olsalar sonuçta aynı kapıya çıkarlar. Hapşıranlara İngilizlerin 'God bless you', Almanların 'gesundheit', İtalyanların 'felicita' deme adetlerinin kökeni, hapşırmanın kişi için önemli bir tehlike olduğuna inanılan çok eski zamanlara gider.

İnsanlar asırlar boyu yaşamın sebebinin ruh olduğuna, ruhun ise insanın başı içinde olduğuna, hapşırmanın bu hayati güce zarar verebileceğine inandılar. Hapşırmanın soğuk algınlığı ile ilişkili olması bu inanış; güçlendirdi. İnsanlar hapşırıklarını tutabilmek için her yolu denediler.

Milattan önce dördüncü yüzyılda Aristo ve tıbbın babası sayılan Hipokrat'ın öğretileriyle insanlar, hapşırmanın başın yabancı maddelere karşı bir savunma refleksi olduğunu öğrendiler. Hapşırma bir hastalığın başlangıcı olduğundan hastalığın sonunun kötü bitmemesi için hapşırana 'uzun yaşa', 'sağlıklı yaşa' gibi sözlerin söylenmesi adeti bu zamanlarda başladı.

Yaklaşık yüz yıl sonra Romalılar hapşırmanın iyi bir şey olduğuna, insanı hastalıktan koruduğuna, hapşırığı tutmanın hastalığın kuluçkaya yatmasına belki de ilerde ölüme sebep olabileceğine inandılar. Artık hapşıranlara 'tebrikler' veya 'iyi şanslar' deniliyordu.

Hapşırana 'çok yaşa' denilmesinin kökeni birçok kültürde bu şekilde olmasına rağmen bir Hıristiyanlık deyimi olan 'God bless you' (Tanrı seni takdis etsin) cümlesinin kökeni ayrıdır. Altıncı yüzyılda İtalya'da bulaşıcı ve öldürücü veba hastalığının tüm şiddeti ile başlaması ve bu hastalığın belirtisinin kronik hapşırma olması nedeniyle, hapşıranlara 'God bless you' denilmesi Papa tarafından yasa olarak yayınlanmış ve mecbur kılınmıştır.

Bu yasa ile ayrıca hapşıranın çevresinde 'God bless you' diyecek kimse yoksa, o kişinin kendi kendisine 'God help me' (Tanrı yardımcım olsun) demesi de tavsiye edilmiştir.

Genelde 'çok yaşa' diyene 'sen de gör' yani 'sen de benim yaşamımı görecek kadar çok yaşa' denilmesi de adettendir. Hapşırana 'çok yaşa' deyince hapşırmanın kesileceğine inananlar da vardır.

hayatın tadını çıkar..


Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye döner.


Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalıya ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir.

Herkes bir bardak secince, profesör şöyle söyler:
"Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da !, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir şey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.

Sunu bir düşünün: Hayat kahvedir. Is, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar. Onlar hayati tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yasadığımız hayatin kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de. Bazen sadece bardağa odaklanarak Doğanın sunduğu kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz. Kahvenizin tadına varın!

En mutlu insanlar ; Her şeyin en iyisine sahip değildirler. Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkaranlardır."

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Çoklu Zeka


Çoklu zeka, Howard Gardner’in zekayı yeniden tanımlaması olarak çıkmış bir kavramdır. Çoklu zeka, çevresel ve genetik etmenlerle birlikte insanı yorumlamaya dair yeni bir bakış açısıdır. Buna göre insan çevresi ile kurduğu tüm ilişkide, iletişim ve etkileşimde zekasını kullanmaktadır. Ancak Gardner’ın yeni eklediği içten gelen bir form ile dünyayı algılayıp ilişkiye başlayıp sürdürdüğümüzdür. Çünkü beynimizin pek çok sayıda farklı çalışma merkezi ve işlevi bulunmakta ve bu işlevler her bireyde farklılık göstermektedir. Birbirinden bağımsız ve ayrı olarak çalışan bu merkezler aynı zamanda bireyin öğrenme kimliğini ve bilişsel niteliğini de ortaya koymaktadır. Gardner çalışmaları sırasında insanın sözel, dilsel, içsel, kişilerarası, görsel, işitsel, bedensel gibi bilinen türlerde zeka türleri ortaya atmamış, bunun dışında duyundevinişsel, kinestetik, tatsal gibi diğer duyulara yönelik olarak da zeka alanları belirlemiştir.Bu zeka türleri insan beyni ve zekası ile çevre etkileşimi sonucu daha da çoğalabilir.

Zeka Nedir?

Zeka, bir kişinin:Kendi kültüründe değer bulan bir ürün ortaya koyabilme kapasitesi,Gerçek hayatta karşılaştığı problemlere etkili ve verimli çözümler üretebilme becerisi,Çözüme kavuşturulması gereken yeni problemleri keşfetme yeteneğidir.
Gardner’in Çoklu Zeka Kuramına göre zeka türleri sekiz başlıkta incelenmektedir.Zeka Alanları Nelerdir?
1) Sözel-Dil Zekası

2) Mantıksal-Matematiksel Zeka

3) Görsel-Uzaysal Zeka

4) Müziksel-Ritmik Zeka

5) Bedensel-Kinestik Zeka

6) Sosyal Zeka

7) İçsel-Öze dönük Zeka Doğacı Zeka

Sözel Dil Zekası:
Sözel-dil zekası, bir bireyin kendi diline ait kavramları bir masalcı, bir konuşmacı veya bir politikacı gibi sözlü olarak ya da bir şair, bir yazar, bir editör veya bir gazeteci gibi yazılı olarak etkili bir şekilde kullanabilmesi kapasitesidir. Sözel-dil zekası, dili, başkalarını bir işi yapmak için ikna etmek, başkalarına belli bir konuda bilgi sunmak veya başkalarına belli bir işin nasıl yapılacağını açıklamak gibi dil ile ilgili bütün faaliyetleri içerir. Sözel-dil zekası kuvvetli olan bireyler, işiterek, kelimeleri görerek, konuşarak, okuyarak, tartışarak ve başkaları ile karşılıklı iletişime girerek en iyi öğrenirler.
Sözel-dil zekası kuvvetli olan bir öğrenci;Normal öğrencilerden daha iyi yazar.Uzun hikayeler ve fıkralar anlatır.İsimler, yerler ve tarihler hakkında iyi bir hafızaya sahiptir.Yaşına göre iyi bir kelime haznesine sahiptir.Başkalarıyla yüksek düzeyde sözel iletişime girer.Tekerlemeleri ve kelime oyunlarını çok sever.Kitap okumayı çok sever.Öğrendiği yeni kelimeleri anlamlarına uygun olarak konuşma veya yazı dilinde kullanır.Dinleyerek öğrenmeyi sever.

Mantıksal- Matematiksel Zeka:

Mantıksal-matematiksel zeka, bir bireyin bir matematikçi, bir vergi memuru veya bir istatistikçi gibi sayıları etkili bir şekilde kullanabilmesi ya da bir bilim adamı, bir bilgisayar programcısı veya bir mantık uzmanı gibi sebep-sonuç ilişkisi kurarak olayların oluşumu ve işleyişi hakkında etkili bir şekilde mantık yürütebilmesi kapasitesidir. Mantıksal-matematiksel zekaya sahip olan bireyler, nesneleri belli kategorilere ayırarak, olaylar arasında ilişkiler kurarak, nesnelerin belli özelliklerini sayısallaştırarak ve olaylar arasındaki soyut ilişkiler üzerinde kafa yorarak en iyi öğrenirler.
Mantıksal-matematiksel zekası kuvvetli olan bir öğrenci;Olayların işleyişi hakkında çok soru sorar.Matematik dersini çok sever.Mantıksal bulmacaları çözmeyi ve satranç gibi stratejik oyunları oynamayı çok sever.Matematiksel hesaplama oyunlarını oynamayı çok sever.Bilgisayar oyunlarını ilginç bulur.Yaşıtlarına kıyasla soyut düşünebilme veya sebep-sonuç ilişkisi kurabilme kabiliyetleri çok iyi gelişmiştir.Makinelerin nasıl çalıştığına dair çok soru sorar.

Görsel- Uzaysal Zeka:
Görsel-uzaysal zeka, bir insanın bir avcı, bir izci ya da bir rehber gibi görsel ve uzaysal dünyayı doğru bir şekilde algılaması veya bir dekoratör, bir mimar ya da bir ressam gibi dış dünyadan edindiği izlenimler üzerine değişik şekiller uygulaması kapasitesidir. Görsel-uzaysal zekaya sahip insanlar, yer, zaman, renk, çizgi, şekil, biçim, desen gibi olgulara ve bu olgular arasındaki ilişkilere karşı aşırı hassas ve duyarlıdırlar. Görsel zekası güçlü olan bireyler, varlıkları, olayları veya olguları görselleştirerek ya da resimlerle, çizgilerle ve renklerle çalışarak en iyi öğrenirler.
Görsel-uzaysal zekası kuvvetli olan bir öğrenci;Renklere karşı çok hassas ve duyarlıdır.Haritaları, çizelgeleri, diyagramları veya tabloları yazılı materyallerden daha kolay okur.Sanat içerikli etkinlikleri sever.Yaşına göre yüksek düzeyde beceri gerektiren figürleri ve resimleri çizer.Filmleri, slaytları ve benzeri diğer görsel sunuları izlemeyi sever.Okurken, kelimelere oranla resimlerden veya tablolardan daha çok öğrenir.

Müziksel- Ritmik Zeka:
Müziksel-ritmik zeka, bir kişinin bir besteci, bir müzisyen ya da bir şarkıcı gibi müzik formlarını algılaması, ayırt etmesi ve ifade etmesi kabiliyetleridir. Müziksel-ritmik zekası güçlü olan insanlar, sadece müziksel eserleri kolayca hatırlamazlar, fakat aynı zamanda olayların oluşumunu ve işleyişini müziksel bir dille düşünmeye, anlamaya, yorumlamaya ve ifade etmeye çabalarlar. Müziksel-ritmik zekaya sahip olan bireyler, en iyi ve etkili olarak ritim, melodi ve müzikle öğrenirler.
Müziksel-ritmik zekası kuvvetli olan bir öğrenci;Şarkıların melodilerini çok iyi hatırlar.Bir müzik aletini çalar ya da çalmayı ister.Müzik dersini çok sever.Konuşurken veya hareket ederken elleri ve ayakları ile ritim tutar.Ders çalışırken farkında olmadan masaya vurarak ritim tutar.Çevresindeki seslere karşı aşırı duyarlı ve hassastır.Ders çalışırken veya bir şey öğrenirken müzik dinlemekten çok hoşlanır.

Bedensel- Kinestik Zeka:
Bedensel-kinestik zeka ile bir kişinin bir aktör, bir atlet ya da bir dansçı gibi düşünce ve duygularını anlatmak için vücudunu kullanmadaki ustalığı veya bir heykeltıraş, bir cerrah ya da bir tamirci gibi ellerini kullanma ve elleriyle yeni şeyler üretme kabiliyetleri kastedilir. Bu tür zeka alanı, koordinasyon, denge, güç, esneklik ve hız gibi bazı özel fiziksel yetenekleri ve bu yeteneklerin hepsinin bir arada işlemesini sağlayan dokunsak nitelikteki bazı özel becerileri de içermektedir. Bu zeka türüne sahip insanlar, en iyi yaparak-yaşayarak, dokunarak, hareket ederek ve ilk elden tecrübe ederek öğrenirler.
Bedensel-kinestik zekası kuvvetli olan bir öğrenci;Birden fazla sportif faaliyetlerde başarılıdır.Bir yerde uzun süre kaldığında hareket etmeye, kımıldamaya veya ritim tutmaya başlar.Başkalarının jestlerini, mimiklerini ve yüz ifadelerini kolaylıkla taklit eder.El becerileri gerektiren etkinliklerde çok başarılıdırBir şeyi parçalarına ayırmayı ve tekrar birleştirmeyi çok sever.Bir şeyi en iyi yaparak ve yaşayarak öğrenir.

Sosyal Zeka:
Sosyal zeka, bir insanın bir öğretmen, bir terapist ya da bir pazarlamacı gibi çevresindeki insanların duygularını, ilgilerini, isteklerini ve ihtiyaçlarını anlama, ayırt etme ve karşılama kapasitesidir. Sosyal zekası güçlü olan kimselerin bir grup içerisinde grup üyeleri ile işbirliği yapma, onlarla uyum içinde çalışma ve bu kişilerle sözlü ve sözsüz iletişim kurma gibi yetenekleri söz konusudur. Bu zeka türüne sahip insanlar, genellikle başka insanların ilgilerini ve ihtiyaçlarını çok iyi algılarlar ve denilebilir ki onların duygularını, düşüncelerini ve karakterlerini adeta yüzlerinden okurlar.
Sosyal zekası kuvvetli olan bir öğrenci;Arkadaşlarıyla sosyalleşmeyi sever.Grup içerisinde doğal bir lider görünümündedir.Dışarıda iken kendi başının çaresine bakabilir.Başkaları ile birlikte çalışmayı sever.Başkaları daima onunla birlikte olmak ister.Başkalarını önemser.Empati yeteneği çok iyi gelişmiştir.Bir şeyi başkalarıyla işbirliği yaparak, onlarla paylaşarak ve onlara öğreterek öğrenmeyi sever.

İçsel Zeka:
İçsel zeka, bir kişinin kendisini tanıması ve kendisi hakkında sahip olduğu bu bilgi ve anlayış ile çevresinde uyumlu davranışlar sergilemesi yeteneğidir. Bu zeka türü ile bir kişinin kendisini objektif olarak başkalarının gözüyle görebilmesi kabiliyetidir. İçsel zeka, bir kişinin kendisinin zayıf ve güçlü olduğu yönlerini anlaması, kim olduğunu, ne yapmak istediğini ve neyi yapmak istemediğini veya çeşitli durumlarda nasıl davranması, nelere yönelmesi ve nelerden uzak durması gerektiğini bilmesi ve bütün bunlara bağlı olarak da hayatında doğru kararlar almasıdır.
İçsel zekası kuvvetli olan bir öğrenci;Bağımsız olma eğilimindedir.Kendisinin zayıf ve güçlü yanlarını bilir.Kendini gerçekleştirmek ister.Hakkında çok fazla bahsetmediği en az bir ilgisi, hobisi veya uğraşısı vardır.Hayattaki amacının ne olduğuna ilişkin iyi bir anlayışa sahiptir.Duygularını, hislerini ve düşüncelerini açıklıkla dile getirir.Hayattaki başarılarından ve başarısızlıklarından ders almasını bilir.Farklı duyguların farkına varabilir ve onları ifade edebilir.Kendi kişiliğinin tüm boyutlarını hissedebilir.Kendine güveni yüksektir.

Doğacı Zeka:

Doğacı zeka ile bir kişinin bir biyolog yaklaşımıyla hayvanlar ve bitkiler gibi yaşayan canlıları tanıma, onları belli karakteristik özelliklerine bağlı olarak sınıflandırma ve onları diğerlerinden ayırt etme kabiliyeti veya bir jeolog yaklaşımıyla dünya doğasının bulutlar, kayalar veya depremler gibi çeşitli karakteristiklerine karşı aşırı ilgili ve duyarlı olması kastedilmektedir. Doğacı zekası kuvvetli olan bireyler, doğa olaylarına karşı çok hassastırlar ve toprakla uğraşmayı, hayvan beslemeyi veya bitki yetiştirmeyi çok severler.
Doğacı zekası kuvvetli olan bir öğrenci;Çevre bilinci çok iyi gelişmiştir.Doğaya, hayvanat bahçelerine veya tarihsel müzelere olan gezileri çok sever.Doğa olaylarına karşı çok hassas ve duyarlıdır.Ekoloji, doğa, bitkiler, hayvanlar vb. gibi konuları işlerken çok meraklanır.Kuş beslemek, kelebek ve böcek koleksiyonu oluşturmak gibi doğa ile ilgili projelere katılmayı çok sever.Toprakla oynamayı ve bitki yetiştirmeyi çok sever.


Nasıl Öğreniyorum?
Çoklu zeka teorisine göre, her öğretmenin sınıftaki her öğrencinin bireysel farklılığını çok ciddi olarak ele alması gerekmektedir. Çoklu zeka teorisinin öğretim alanına sağladığı en büyük katkı, öğretmenlerin sahip oldukları öğretim yöntemleri repertuarlarının sözel-dil ve mantıksal-matematiksel zeka alanlarının dışına çıkarak daha da genişletmeleri gerektiğini vurgulamasıdır.
Bu yönüyle çoklu zeka teorisi, çok kapsamlı bir öğretim modeli ortaya koyarak, öğretmenlerin sınıftaki bütün öğrencilere ulaşabilmek için öğretimde yöntem zenginliğine gitmeleri gerektiğini vurgulamaktadır.

Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar


Atatürk, boş zamanlarını kitap okuyarak geçirmiş büyük bir önderdir. Atatürk’ün yaşamı boyunca yaklaşık 4000 civarında kitap okuduğu bilinmektedir. Atatürk’ün okuduğu bu kitaplar için henüz bir kütüphane oluşturulabilmiş değil. Çünkü kitaplar değişik yerlerde muhafaza ediliyor ve bir türlü bir araya getirilemiyor. İşte Atatürk’ün okuduğu kitaplardan bazıları:

Bozkır İmparatorluğu - Rene Grousset
Seyahatname - Evliya Çelebi
Hatıralar - Cemal Paşa
Hukuk-u Esasiyye - İsmail Hakkı Babanzade
Toplum Sözleşmesi - Jean Jacques Rousseau
Osmanlı Tarihi - Namık Kemal
İnkılap - Ahmet Mithat
Türk Tarihi - Necip Asım
Süheyl Ünver - İbn-i Sina
Katip Çelebi - Cihannuma
Mazhar Fevzi - Endülüs Tarihi
Mustafa Necip - Selimname
Ahmet Hilmi - Tarih-i İslam

7 Mayıs 2009 Perşembe

kaya bebek


iş arkadaşlarımdan zeynep arkadaşımın 9 aylık oğlu Kaya Yüzbaşıoğulları.. Süper tatlı maaşallah.. zeynepcim nice mutlu güzel ömürler sizlerin olsun inşallah..

KANSER DALGA DALGA GELİYOR


Prof. Dr. Erkan Topuz, verdiği şu çarpıcı bilgilerle kanserin boyutlarını açıkça ortaya koymakta: "Kanser dalga dalga geliyor. 2020 yılında 20 milyon insan kansere yakalanacak. Ama eğer bunları yaparsak belki bunu 15 milyona indirebiliriz. O yüzden gözümüzü açalım. Bu iş çocukluktan başlıyor. Çocuklarımıza bu terbiyeyi vermek zorundayız. Ailedeki çocuk annesini taklit eder. Anne ne yiyorsa çocuk da onu yer (tabiki anne bilinçliyse!) .


" Öneriler:

1. Her akşam duş alın, üstünüzü tamamen değiştir.(Çevre kirliliğini eve taşıma)
2. Haftada en az bir kere balık. Bu balıklar dip balıkları olmamalı. Somon veya yüzey balığı, Akdeniz, Ege balığı olmalı. Marmara'nın dip balıklarını lütfen tüketmeyiniz.
3. Evde en az halı kullanın. Temiz tutun(sirkeli su ile silin).
4. Bulaşığı en az deterjan ile ve eldivenle kullanarak temizleyin(Makina yok!).
5. Çamaşırda her türlü deterjandan kaçınız. Devamlı olarak zeytinyağı ve defne sabununu seçiniz. Ellerinizi, vücudunuzu hakiki zeytinyağ, defne veya fıstık yağından yapılan hakiki sabunlar da seçilebilir. Bunları örnek olarak söylüyorum. Deterjandan kaçıyoruz ve iyi duruluyoruz.
6. Beyaz olan her türlü iç çamaşırınızı muhakkak yeni aldığınızda en az 2 kere kaynatınız. Çünkü bunlar beyazlatılmak için kanserojen maddelerle yıkanıyor.
7. Oda spreyleri doğrudan doğruya petrol menşeli. Zehiri soluyorsunuz. Akciğerinize geçiyor ve dolaylı olarak bağışıklık sisteminizi bozuyor.
8. Sebzeleri mevsiminde dondurup saklamakta fayda var. Yalnız bir kez çözülünce onu muhakkak pişirin. Mikro dalgada bir kere ısıtın. Ateşte ısıttıklarımızda ise bir kere ısıtınız. Çünkü bir dahaki sefere değeri ölür. DNA'yı bozar. DNA kırılması da kanserojene yol açar.
9. Radyasyon kronik olarak kansere en çok yaklaştıran faktörlerden biridir. Televizyondan, cep telefonundan ve radyasyon yayan(özellikle tüplü) cihazlardan uzak duralım ve az kullanalım.
10. Kanola yağı kızartma için en uygun yağdır. Onun dışında birinci seçeneğimiz zeytinyağdır. Memleketimizin iftihar edebileceği yağdır. Fındıkyağı da tercih edilebilir.
11. Çocuklarımız fastfood türü yiyecekleri 15 günde bir yiyebilirler. Ama haftada 3 kez yedikleri takdirde beyin tümörlerinde, lenfomalarda ve lösemilerde 3 kat artış gözükecektir. Çocuklarımıza arada bir verebiliriz. Ama dışarıdaki yiyeceklerin nasıl kızartıldığını bilmiyorsunuz. Ona göre hareket edin.
12. Çocuklara meyve ve yoğurdu bol yedirelim. Ancak yoğurdu prebiyotik ve ev yoğurdu olarak kullanalım. Yoğurdunuzu evde yapın. Peynir ve çökelek fazla miktarda yiyin. Keçi peyniri çok faydalıdır.
13. Çocuklarımızı beyaz un, beyaz şeker ve tuzdan koruyalım. Bisküvi, gofret, çukulota, cips türü şeylerden uzak tutun, bu ve benzeri şeylerin beslenmeye hiçbir katkısı yoktur.
14. Belki tuzcular üzülecekler ama Konya'ya akan kanalizasyonlar ve kirletici sularla, Türkiye'nin en büyük tuzunu karşılayan Tuz Gölü'müz maalesef torbaların içinde çok iyi steril edilmedikleri takdirde bize kanseri ufak ufak taşıyorlar. Bu nedenle kaya tuzunu tercih edin. Yani turşu kurduğunuz tuzu çekin ve çok az miktarda kullanın. Çünkü tuz da kanserojendir.
15. Amerika'daki çocukların tombul olmasının sebebi her şeye şeker katmalarıdır. Ucuz beslenmedir.
16. En faydalı gıdalardan birisi cevizdir. Daha sonra fındık ve bademdir. Ayçiçeği açık alın. İşlemden geçmemiş olacak, kavurup yiyebilirsiniz. Ama fındık, ceviz gibi yiyecekleri kabuklu alın. Çünkü içine böceklenmesin diye ilaç sıkılmaktadır. Sonsuz faydaları olan yiyeceklerdir. Günde bir avuç muhakkak tüketiniz.
17. Elma dünyanın en faydalı gıdalarından birisidir.
18. Plastik, bakır, alüminyum kap kullanılmamalı . Porselen, cam ve çelik kullanın. Meyveleri de bu tür kaplarda yıkayın. Bunların içine litresine göre 9-10 çorba kaşığı elma sirkesi atın. Aşağı yukarı yarım saat bekletin. Sonra tekrar yıkamayın. Tekrar mikrop alır.
19. Meyvelerin üzerine parlak görünmesi için mum sürülüyor. Bunları hakiki zeytinyağlı sabundan geçirdikten sonra elma sirkeli sudan geçirin. Ya da elma sirkesi ile ovun. Meyveyi kabuğuyla tüketin eğer sterilse.
20. Lahana, marul gibi yiyeceklerin ilk dört kabuğunu çöpe atın. İstediğiniz kadar yıkayın bunların üzerindeki pestisitleri temizleyemezsiniz. Çaresi yok.
21. 3 ayda bir suyunuzu değiştirin. Çok muhteşem sularımız var ama ne olursa olsun tabiatı rezil ediyoruz. Satın aldığımız sularda az miktarda da olsa kanserojen dozlar karışabilir. Bunlar kontrollü sular ama 3 ayda bir değiştirmek gerekiyor.
22. Plastik her yerde zehir. Plastik bardaklar, kaplar, plastik herhangi bir şey... Ben ona girmiyorum bu lafı söylersem yer yerinden oynar. Bu plastikler ev yapımına girdiler. Doğrudan doğruya inşaat malzemesi olarak kullanıyorlar. Çok bilinçli olun, çok iyi markalar kullanın. Bunları söylemem demek Türk ekonomisiyle oynamam demek. Ben insanlara kendimi adadım, onun için kimseden korkmuyorum açık açık söylüyorum.
23. Meyva suyu yerine posasıyla tüketin. Biz kanserli hastalara suyunu veriyoruz. Meyve suyuna geçmeyen çok madde posada kalıyor. Bu şekilde kolon ve miğde kanserinden korunmuş oluyorsunuz.
24. Bakır, özellikle beyin tümörlerinde ön plana çıkıyor. Çok iyi kalaylı olursa bu etki azalıyor. Ama kulağınıza bakır küpe bile takmayın.
25. Havuzların iyi temizlenmesine dikkat ediniz. Ozonla temizlemek en fazladır. Aşırı klorluysa yine kansere hazırlık yapıyorsunuz spor yerine.
26. Bütün beyazlatıcılardan kaçınız. Çocuklarımızın kullandığı o pırıl pırıl bembeyaz defterler klorla temizleniyorlar. Bunlarla temizlenmemiş defter kullansınlar. Kullandıkları boyalarda da kanserojen etkisi vardır.
27. Sigara kullanmayın, kullananlardan uzak durun.
28. Kesinlikle kepekli un tüketin.
29. Hergün düzenli yürüyün. Zihin sağlığı için haftada en az bir kitap okuyun.
30. Kilonuzu düzenli olarak kontrol edin.

Erkan Topuz, yaptığı açıklamalar nedeniyle bir takım sektörleri zor duruma soktuğu eleştirileri için ise, "Benim için insan sağlığı birinci plandadır. Ekonomi ikinci plandadır. Bir insanın kanser olması durumunda devlete ve millete verdiği zarar milyarlarca dolardır. O yüzden dikkatli olduğunuz takdirde ekonomiye de katkınız olur. Aslında ben bunları anlatarak Türkiye'nin ekonomisini de kurtarıyorum farkında değiller" diye konuştu.

21 Nisan 2009 Salı

hint mitolojisi..


HİNT MİTOLOJİSİNDE KADININ YARADILIŞI

Tanrı,
yaprağın hafifliğini
ceylanın bakışını
güneş ışığının kıvancını
sisin gözyaşını aldı
rüzgarın kararsızlığını
tavşanın ürkekliğini buna ekledi
onların üzerine taşların sertliğini
balın tadını kaplanın yırtıcılığını
ateşin yakıcılığını
kışın soğuğunu
saksağanın gevezeliğini
kumrunun sevgisini kattı
bütün bunları karıştırdı,
eritti ve kadın yaptı

YARATTIĞI KADINI ,ERKEĞE ARMAĞAN ETTİ
HİNT MİTOLOJİSİNDE ERKEĞİN YARATILIŞI


Tanrı,
kaplumbağanın yavaşlığını
boğanın bakışını
fırtına bulutlarının kasvetini
tilkinin kurnazlığını
boranın dehşetini aldı
sülüğün yapışkanlığını
kedinin yaramazlığını
hindinin kabarışını
gergedan derisinin sertliğini onlara ekledi
bunların üzerine ayının kabalığını
bukalemunun şıpsevdiliğini
sivrisineğin vızıltısını kattı ve erkeği yarattı

YARATTIĞI ERKEĞİ,ADAM ETSİN DİYEKADINA VERDİ

10 Nisan 2009 Cuma

Aşk nasıl besleniyor


İşte aşkı kısa sürede öldürmemek için yapmanız gerekenler...


Aşk sonsuza dek sürer mi?

"Aşk sonsuza dek sürer" cümlesinin masallarda kaldığı, aşkın hızlı yaşanıp çabuk tüketildiği bir yüzyılda yaşıyoruz. Peki aşkı kısa sürede öldürmemek için neler yapmamız gerekiyor?

Aşk sorumlulukla beslenir!

Aşkı yaşarken başka bir uğraşa daha fazla zaman ayırırsanız aşk incinir. Aşk, kendisine zaman ayrılmasını ister, özen ister... Aşk yalnızlığı sevmez, sürprizleri sever.

Tüm gününüzü ona ayırdığınız bir günde onun en sevdiği yemeği hazırlayın ve sonra da onun çatal bıçağa dokunmasına izin vermeden her şeyi siz yedirin... Unutmayın, sadece tek bir lokmayı değil, tamamını siz yedireceksiniz...


Aşk sevgiyle beslenir!

Ona onu ne kadar çok sevdiğinizi her fırsatta söyleyin ve gösterin. Bunu illa ki "seni çok seviyorum, sana deliler gibi aşığım" gibi cümlelerle yapmanız gerekmez. Davranışlarınızla da ona olan sevginizi dile getirebilirsiniz.


Ona içinde sadece aşk şarkılarının olduğu bir CD hazırlayın ve üzerine de sevgi dolu bir not ekleyerek paket yapın ve yastığının üzerine bırakın.


Aşk özlemle beslenir!

Ara sıra olan küçük uzaklıklardan ve onu özlemekten korkmayın. Ondan uzakta geçen zamanlarda aşkınız alevleneceği için birbirinize kavuştuğunuzda daha tutkulu bir aşka yelken açacaksınız...


Birbirinizden uzaktayken alın elinize kağıt ve kalemi; ona mektup yazın! e-posta dönemindeyiz, mektup da nereden çıktı demeyin; ona duygularınızı anlatan ve onu ne kadar çok özlediğinizi dile getiren nostaljik bir mektup yazın!


Aşk çılgınlıkla beslenir!

Aşk çılgınlıklarla beslenir. Aşkın sürekliliğini korumak için çılgınlıklara son vermemeniz gerekir. İçinizdeki çocuksu ruhtan da hiçbir zaman vazgeçmeyin...


Belirli aralıklarla bir haftanızı sadece çılgınlıklara ayırın, uçuk kaçık önerileri hayata geçirin... Mesela rafting yapın, paintball oynayın...


Aşk kıskançlıkla beslenir!

"Olur mu hiç öyle şey?" demeyin. Belirli dozlarda olduğu sürece kıskanmak ve kıskanılmak aşkınızı besler. Kıskançlık, aşka çok uygun bir duygu olduğundan aşkı büyütüp çoğaltma kapasitesine sahiptir. Aşk kıskançlıkla beslenir ama dozunu iyi ayarlamayı unutmayın.

Aşk romantizmle beslenir!

Romantizm için özel günleri beklemeniz gerekmez. Herhangi bir zaman ve herhangi bir günde ona o kadar romantik yaklaşırsınız ki, ömür boyu o anı unutmaz. Hele aşk hiç unutmaz.
Haftada bir gün romantik mum ışığında baş başa bir yemek yiyin ve romantik yemeğinizi tatlı aşk fısıltılarıyla süslemeyi unutmayın!

ne güzel cahildik..


Dışarıda kar...

Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.

Kuzinenin üzerinde demir maşa...

Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.

Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...

Sucuk lükstü.

Yumurta lezzetli.

Ekmek her zaman ekmek gibi...

Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında, boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...

Dışarıda kar...

İçeride kanaat...

İçeride huzur...

Televizyon yoktu.

Gazete de her zaman olmazdı.

Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!

Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk.

Kestane közlemek bütün bir gecenin mutluluğuydu.

Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...

Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası...

Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?

Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.

Çay da kokardı...

Domates de...

Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.

Dışarıda kar...

İçeride huzur...

Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi...

Kimin umurunda...

Ne güzel cahildik.

Mutluluğun resmini çiziyorduk...

1 Nisan 2009 Çarşamba

eğer;


O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...

sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,

ve O, her durduğunuz yerde duruyor,

her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,

hüzünlendikçe ağlıyorsa...

dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu

bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse... ;

hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,

O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O...

her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa...

bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez

özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,

iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...

iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...

eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...

mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...

kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...

hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...

O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,

vuslat sehere denkse...

gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;

bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,

bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...

Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...

...o halde bugün sizin gününüz!..

"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

mor menekşe..


MOR MENEKŞELER....
Kendini bildi bileli mor menekşeyi çok severdi Çocukluğunun geçtiği iki katlı evin bahçesinde bahar geldiğinde mor mor açar, mis gibi kokarlardı Annesi, mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi

“-Menekşeler, gölgeyi sever kızım!” derdi


Oysa öğretmeni, bitkilerin güneş ışınları ile fotosentez yaptığını anlatmıştı ona Bitkiler güneş ışığına muhtaçtı Mor menekşeler ne tuhaf bitkilerdi; “Her bitki güneşi severken, onlar neden gölgeyi tercih ediyorlar?” diye düşündü durdu Hande Küçük, ufacık aklı ile aslında menekşelerin diğer çiçeklerden farklı olduğunu keşfetmişti İşte belki de menekşeler, bu yüzden bu kadar güzeldi Herkesten farklı olursan, bu hayatta değerli olursun kanaatine varmıştı Daha o yıllarda farklı olmak için gayret etmeye başladı İlk olarak, okulda kimsenin yanına oturmak istemediği Hacer’in yanına oturmak istediğini öğretmenine söylemesiyle başladı farklılıklarla süren hayatı… Hacer bile şaşırmış, şaşkın şaşkın bakıyordu onun yüzüne Hacer çok dağınık, biraz anlama zorlukları olan, problemli bir âilenin kızı idi Hande ise mühendis Kemal Bey’in biricik kızı… Ögretmen, daha sonra bir tatsızlık çıkmasın diye pek oturtmak istemedi, Hacer’in yanına Hande’yi… Bu yüzden kendisiyle konuşmak için Hande’nin annesini okula dâvet etti


Annesi eve geldiklerinde Hande’ye sordu:

“-Hacer’in yanına neden oturmak istiyorsun, yavrum?”


Hande cevap verdi:

“-Geçen baharda menekşeler ekiyorduk hani anne, o gün sen bana menekşeler güneşi sevmez demiştin, oysa her bitki güneşi sever Menekşeler farklı, belki de bu yüzden bu kadar güzeller… Hacer’in yanına kimse oturmak istemiyor Ben farklı olmak istiyorum Belki Hacer de güzeldir, onu fark etmek istiyorum!” dedi


Annesinin ağzı açık kalmıştı İlkokul dördüncü sınıf öğrencisi kızının bu olgunluğuna hayran kalarak:

“-Peki kızım, kimin yanında istersen oturabilirsin!” diyebildi sadece…


Pazartesi günü Hande, Hacer’in yanında oturmaya başladı Hem Hande tedirgindi, hem Hacer… Birbirleri ile hiç konuşmuyorlardı Diğer kızlar da soğumuştu Hande’den Nasıl Hacer gibi dağınık, bir şeyi, iki kere anlatmadan anlamayan, fakir bir kızın yanına oturmayı istemişti, hâlâ kabullenemiyorlardı En çok alınan Doktor Cemal Bey’in kızı Esin’di Anne-babaları her hafta sonu görüşüyorlar, Hande ve Esin birlikte oynuyorlardı Hande, nasıl olur da kendi yerine Hacer’i seçerdi Gururu çok kırılmıştı Esin’in Hande ile konuşmuyordu Birgün Hande ve âilesi, Esin’lerle dağ köylerinden birinde gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler Hande gene Esin’in somurtacağını bildiği için gitmek istemiyordu İçin için de Hacer’e kızmaya başlamıştı arkadaşları ile arasının bozulmasına sebep olduğu için… Neden bu kadar dağınıktı, neden her şeyi iki kerede anlıyordu? Yoksa aptal mıydı? Sonra menekşeleri hatırladı, hemen düşüncelerinden utandı Hacer farklı diye yargılamaması gerekiyordu Hacer’in, kimsenin bilmediği güzelliklerini keşfedecekti Buna tüm gücü ile inandı Panayıra gittiklerinde Esin somurtarak karşısında oturuyordu, Hande ile konuşmuyordu


Hande canı sıkıldığından biraz dolaşmak için annesinden izin aldı Köy yolunda yürümeye başladı Hava iyice soğumuş ve ayaz iyice artmıştı, kar atıştırmaya başlamıştı Hande karı çok seviyordu, yürüdü, yürüdü Köye gelmişti Bir evin önünde durdu Evin penceresindeki saksıya gözü ilişti Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi Ama kıştı ve menekşeler soğuğu hiç sevmezlerdi Eve doğru bir adım attı Kapıda beliren gölgeyi çok sonra fark etti, bu Hacer’di Hande’ye gülümsüyordu

“-Hoşgeldin Hande, buyurmaz mısın?” diye mırıldandı Hacer…


Hande, biraz ürkek, şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi ve içeri girdi Oda sıcacıktı odun sobası her yeri ısıtmıştı “-Menekşeler…” diyebildi sadece Hande “Bu soğukta?”


Hacer gülümsedi: “-Onlar annem için, annem onları çok sever”


Sonra yatakta yatan kadını fark etti Hande “-Annen hasta mı?” diye sordu “

-Evet, iki sene önce felç oldu, ona ben bakıyorum Bizim kimsemiz yok, bir tek ineğimiz var, onunla geçiniyoruz Ama tüm işler bana baktığı için derslere çalışacak pek vaktim olmuyor!” dedi Hacer utanarak… “Bir de bizim köyden şehre araç yok Bu yolu her gün yürüyorum, o yüzden de çok yorgun okula geliyorum Dersleri anlamakta güçlük çekiyorum”


Hande’nin gözleri dolmuştu Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi Annesi onu arıyordu Çok merak etmiş olmalıydı Dışarıya koştu ve annesine sarıldı, ağlıyordu Bir müddet sonra:

“-Anne, bu Hacer!” diye tanıştırdı sıra arkadaşını…

Hacer’in yaptığı sıcak çorbadan içtiler birlikte Hande annesine anlattı Hacer’in hayatını, ağlayarak:

“-Bir şeyler yapalım anne!” dedi Hacer’e duyurmamaya çalışarak…


O hafta annesi ve Hande, Hacerlere gidip annesi ve Hacer’i kendi evlerine taşıdılar Hacer, artık Handelerden okula gidip geliyordu, ne dağınıktı, ne de aptal Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu Seneler geçti Hacer ve Hande bir arkadaş değil, iki kız kardeştiler artık…


Mor menekşeler, Hande’ye Hacer’i armağan etmişti Hacer’e ise hem Hande’yi, hem hayatı Seneler sonra ikisi de evlendi

Hacer şimdi bir doktor… Hande’den vicdanın ne kadar önemli olduğunu öğrendi, hastalarına vicdanıyla birlikte şifâ dağıtıyor Hande ise bir öğretmen… Çocuklara farklı olan şeyleri sevmeyi de öğretiyor Bir kızı var Adı, Hacer Menekşe Hayatta en çok sevdiği iki şeye, birini daha ekledi Hande

19 Mart 2009 Perşembe

Hadise -Düm Tek Tek



Baby you are perfect for me
You are my gift from heaven
This is the greatest story of all times
We met in like in a movie
So meant to last forever
And what you’re doing to me
Feels so fine
Angel I wake up and live my dreams endlessly
Crazy for you
Can you feel the rhythm in my heart
The beats going düm tek tek
Always out it like there no minute
Feels like there’s no way back
Can you feel the rhythm in my heart
The beats going düm tek tek
Always out it like there’s no minute
Feels like there’s no way back
Baby I read all answers in your exotic movements
You are the greatest dancer of all times

You make me feel so special
No one can kiss like you do as it is your profession
Feel so fine
Angel I wake up and live my dreams endlessly
Crazy for you
Can you feel the rhythm in my heart
The beats going düm tek tek
Always out it like there no minute
Feels like there’s no way back
Can you feel the rhythm in my heart
The beats going dum tek tek
Always out it like there’s no minute
Feels like there’s no way back
Can you feel the rhythm in my heart
The beats going düm tek tek
Always out it like there no minute
Feels like there’s no way back
Can you feel the rhythm in my heart
The beats going düm tek tek
Always out it like there’s no minute
Feels like there’s no way back
Can you feel the rhythm in my heart
Always out it like it no minute
Feels like there’s no way back
Always out it like there’s no minute
Feels like düm tek tek.
__________

Hadise Crazy for You (Düm tek tek) Türkçesi
Bebeğim, sen benim için mükemmelsin
Cennetten hediyemsin
Bu tüm zamanların en iyi hikayesi
Filmlerdeki gibi buluştuk
Sonsuza kadar süreceğini düşündüm ve bana yaptığın şey
Çok iyi hissettiriyor
Meleğim kalkarım ve rüyalarımı yaşarım sonsuza dek çılgınım senin için
Kalbimdeki ritmi hissedebiliyor musun
Vuruşlar düm tek tek devam ediyor
Hep dakika yokmuş gibi çıkıyor
Geri dönüş yokmuş gibi hissettiriyor
Kalbimdeki ritmi hissedebiliyor musun
Vuruşlar düm tek tek atıyor
Her zaman dakika yokmuş gibi çıkıyor
Geri dönüş yokmuş gibi hissettiriyor
Bebeğim egzotik hareketlerindeki
Bütün cevapları okudum
Sen tüm zamanların en iyi dansçısısın
Kimse beni senin öptüğün gibi öpemez
O senin sanatın
Çok iyi hissettiriyor
Meleğim kalkarım ve rüyalarımı yaşarım
Sonsuza dek
Senin için deli oluyorum.