21 Nisan 2009 Salı

hint mitolojisi..


HİNT MİTOLOJİSİNDE KADININ YARADILIŞI

Tanrı,
yaprağın hafifliğini
ceylanın bakışını
güneş ışığının kıvancını
sisin gözyaşını aldı
rüzgarın kararsızlığını
tavşanın ürkekliğini buna ekledi
onların üzerine taşların sertliğini
balın tadını kaplanın yırtıcılığını
ateşin yakıcılığını
kışın soğuğunu
saksağanın gevezeliğini
kumrunun sevgisini kattı
bütün bunları karıştırdı,
eritti ve kadın yaptı

YARATTIĞI KADINI ,ERKEĞE ARMAĞAN ETTİ
HİNT MİTOLOJİSİNDE ERKEĞİN YARATILIŞI


Tanrı,
kaplumbağanın yavaşlığını
boğanın bakışını
fırtına bulutlarının kasvetini
tilkinin kurnazlığını
boranın dehşetini aldı
sülüğün yapışkanlığını
kedinin yaramazlığını
hindinin kabarışını
gergedan derisinin sertliğini onlara ekledi
bunların üzerine ayının kabalığını
bukalemunun şıpsevdiliğini
sivrisineğin vızıltısını kattı ve erkeği yarattı

YARATTIĞI ERKEĞİ,ADAM ETSİN DİYEKADINA VERDİ

10 Nisan 2009 Cuma

Aşk nasıl besleniyor


İşte aşkı kısa sürede öldürmemek için yapmanız gerekenler...


Aşk sonsuza dek sürer mi?

"Aşk sonsuza dek sürer" cümlesinin masallarda kaldığı, aşkın hızlı yaşanıp çabuk tüketildiği bir yüzyılda yaşıyoruz. Peki aşkı kısa sürede öldürmemek için neler yapmamız gerekiyor?

Aşk sorumlulukla beslenir!

Aşkı yaşarken başka bir uğraşa daha fazla zaman ayırırsanız aşk incinir. Aşk, kendisine zaman ayrılmasını ister, özen ister... Aşk yalnızlığı sevmez, sürprizleri sever.

Tüm gününüzü ona ayırdığınız bir günde onun en sevdiği yemeği hazırlayın ve sonra da onun çatal bıçağa dokunmasına izin vermeden her şeyi siz yedirin... Unutmayın, sadece tek bir lokmayı değil, tamamını siz yedireceksiniz...


Aşk sevgiyle beslenir!

Ona onu ne kadar çok sevdiğinizi her fırsatta söyleyin ve gösterin. Bunu illa ki "seni çok seviyorum, sana deliler gibi aşığım" gibi cümlelerle yapmanız gerekmez. Davranışlarınızla da ona olan sevginizi dile getirebilirsiniz.


Ona içinde sadece aşk şarkılarının olduğu bir CD hazırlayın ve üzerine de sevgi dolu bir not ekleyerek paket yapın ve yastığının üzerine bırakın.


Aşk özlemle beslenir!

Ara sıra olan küçük uzaklıklardan ve onu özlemekten korkmayın. Ondan uzakta geçen zamanlarda aşkınız alevleneceği için birbirinize kavuştuğunuzda daha tutkulu bir aşka yelken açacaksınız...


Birbirinizden uzaktayken alın elinize kağıt ve kalemi; ona mektup yazın! e-posta dönemindeyiz, mektup da nereden çıktı demeyin; ona duygularınızı anlatan ve onu ne kadar çok özlediğinizi dile getiren nostaljik bir mektup yazın!


Aşk çılgınlıkla beslenir!

Aşk çılgınlıklarla beslenir. Aşkın sürekliliğini korumak için çılgınlıklara son vermemeniz gerekir. İçinizdeki çocuksu ruhtan da hiçbir zaman vazgeçmeyin...


Belirli aralıklarla bir haftanızı sadece çılgınlıklara ayırın, uçuk kaçık önerileri hayata geçirin... Mesela rafting yapın, paintball oynayın...


Aşk kıskançlıkla beslenir!

"Olur mu hiç öyle şey?" demeyin. Belirli dozlarda olduğu sürece kıskanmak ve kıskanılmak aşkınızı besler. Kıskançlık, aşka çok uygun bir duygu olduğundan aşkı büyütüp çoğaltma kapasitesine sahiptir. Aşk kıskançlıkla beslenir ama dozunu iyi ayarlamayı unutmayın.

Aşk romantizmle beslenir!

Romantizm için özel günleri beklemeniz gerekmez. Herhangi bir zaman ve herhangi bir günde ona o kadar romantik yaklaşırsınız ki, ömür boyu o anı unutmaz. Hele aşk hiç unutmaz.
Haftada bir gün romantik mum ışığında baş başa bir yemek yiyin ve romantik yemeğinizi tatlı aşk fısıltılarıyla süslemeyi unutmayın!

ne güzel cahildik..


Dışarıda kar...

Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.

Kuzinenin üzerinde demir maşa...

Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.

Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...

Sucuk lükstü.

Yumurta lezzetli.

Ekmek her zaman ekmek gibi...

Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında, boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...

Dışarıda kar...

İçeride kanaat...

İçeride huzur...

Televizyon yoktu.

Gazete de her zaman olmazdı.

Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!

Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk.

Kestane közlemek bütün bir gecenin mutluluğuydu.

Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...

Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası...

Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?

Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.

Çay da kokardı...

Domates de...

Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.

Dışarıda kar...

İçeride huzur...

Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi...

Kimin umurunda...

Ne güzel cahildik.

Mutluluğun resmini çiziyorduk...

1 Nisan 2009 Çarşamba

eğer;


O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...

sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,

ve O, her durduğunuz yerde duruyor,

her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,

hüzünlendikçe ağlıyorsa...

dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu

bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse... ;

hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,

O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O...

her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa...

bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez

özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,

iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...

iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...

eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...

mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...

kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...

hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...

O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,

vuslat sehere denkse...

gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;

bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,

bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...

Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...

...o halde bugün sizin gününüz!..

"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

mor menekşe..


MOR MENEKŞELER....
Kendini bildi bileli mor menekşeyi çok severdi Çocukluğunun geçtiği iki katlı evin bahçesinde bahar geldiğinde mor mor açar, mis gibi kokarlardı Annesi, mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi

“-Menekşeler, gölgeyi sever kızım!” derdi


Oysa öğretmeni, bitkilerin güneş ışınları ile fotosentez yaptığını anlatmıştı ona Bitkiler güneş ışığına muhtaçtı Mor menekşeler ne tuhaf bitkilerdi; “Her bitki güneşi severken, onlar neden gölgeyi tercih ediyorlar?” diye düşündü durdu Hande Küçük, ufacık aklı ile aslında menekşelerin diğer çiçeklerden farklı olduğunu keşfetmişti İşte belki de menekşeler, bu yüzden bu kadar güzeldi Herkesten farklı olursan, bu hayatta değerli olursun kanaatine varmıştı Daha o yıllarda farklı olmak için gayret etmeye başladı İlk olarak, okulda kimsenin yanına oturmak istemediği Hacer’in yanına oturmak istediğini öğretmenine söylemesiyle başladı farklılıklarla süren hayatı… Hacer bile şaşırmış, şaşkın şaşkın bakıyordu onun yüzüne Hacer çok dağınık, biraz anlama zorlukları olan, problemli bir âilenin kızı idi Hande ise mühendis Kemal Bey’in biricik kızı… Ögretmen, daha sonra bir tatsızlık çıkmasın diye pek oturtmak istemedi, Hacer’in yanına Hande’yi… Bu yüzden kendisiyle konuşmak için Hande’nin annesini okula dâvet etti


Annesi eve geldiklerinde Hande’ye sordu:

“-Hacer’in yanına neden oturmak istiyorsun, yavrum?”


Hande cevap verdi:

“-Geçen baharda menekşeler ekiyorduk hani anne, o gün sen bana menekşeler güneşi sevmez demiştin, oysa her bitki güneşi sever Menekşeler farklı, belki de bu yüzden bu kadar güzeller… Hacer’in yanına kimse oturmak istemiyor Ben farklı olmak istiyorum Belki Hacer de güzeldir, onu fark etmek istiyorum!” dedi


Annesinin ağzı açık kalmıştı İlkokul dördüncü sınıf öğrencisi kızının bu olgunluğuna hayran kalarak:

“-Peki kızım, kimin yanında istersen oturabilirsin!” diyebildi sadece…


Pazartesi günü Hande, Hacer’in yanında oturmaya başladı Hem Hande tedirgindi, hem Hacer… Birbirleri ile hiç konuşmuyorlardı Diğer kızlar da soğumuştu Hande’den Nasıl Hacer gibi dağınık, bir şeyi, iki kere anlatmadan anlamayan, fakir bir kızın yanına oturmayı istemişti, hâlâ kabullenemiyorlardı En çok alınan Doktor Cemal Bey’in kızı Esin’di Anne-babaları her hafta sonu görüşüyorlar, Hande ve Esin birlikte oynuyorlardı Hande, nasıl olur da kendi yerine Hacer’i seçerdi Gururu çok kırılmıştı Esin’in Hande ile konuşmuyordu Birgün Hande ve âilesi, Esin’lerle dağ köylerinden birinde gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler Hande gene Esin’in somurtacağını bildiği için gitmek istemiyordu İçin için de Hacer’e kızmaya başlamıştı arkadaşları ile arasının bozulmasına sebep olduğu için… Neden bu kadar dağınıktı, neden her şeyi iki kerede anlıyordu? Yoksa aptal mıydı? Sonra menekşeleri hatırladı, hemen düşüncelerinden utandı Hacer farklı diye yargılamaması gerekiyordu Hacer’in, kimsenin bilmediği güzelliklerini keşfedecekti Buna tüm gücü ile inandı Panayıra gittiklerinde Esin somurtarak karşısında oturuyordu, Hande ile konuşmuyordu


Hande canı sıkıldığından biraz dolaşmak için annesinden izin aldı Köy yolunda yürümeye başladı Hava iyice soğumuş ve ayaz iyice artmıştı, kar atıştırmaya başlamıştı Hande karı çok seviyordu, yürüdü, yürüdü Köye gelmişti Bir evin önünde durdu Evin penceresindeki saksıya gözü ilişti Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi Ama kıştı ve menekşeler soğuğu hiç sevmezlerdi Eve doğru bir adım attı Kapıda beliren gölgeyi çok sonra fark etti, bu Hacer’di Hande’ye gülümsüyordu

“-Hoşgeldin Hande, buyurmaz mısın?” diye mırıldandı Hacer…


Hande, biraz ürkek, şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi ve içeri girdi Oda sıcacıktı odun sobası her yeri ısıtmıştı “-Menekşeler…” diyebildi sadece Hande “Bu soğukta?”


Hacer gülümsedi: “-Onlar annem için, annem onları çok sever”


Sonra yatakta yatan kadını fark etti Hande “-Annen hasta mı?” diye sordu “

-Evet, iki sene önce felç oldu, ona ben bakıyorum Bizim kimsemiz yok, bir tek ineğimiz var, onunla geçiniyoruz Ama tüm işler bana baktığı için derslere çalışacak pek vaktim olmuyor!” dedi Hacer utanarak… “Bir de bizim köyden şehre araç yok Bu yolu her gün yürüyorum, o yüzden de çok yorgun okula geliyorum Dersleri anlamakta güçlük çekiyorum”


Hande’nin gözleri dolmuştu Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi Annesi onu arıyordu Çok merak etmiş olmalıydı Dışarıya koştu ve annesine sarıldı, ağlıyordu Bir müddet sonra:

“-Anne, bu Hacer!” diye tanıştırdı sıra arkadaşını…

Hacer’in yaptığı sıcak çorbadan içtiler birlikte Hande annesine anlattı Hacer’in hayatını, ağlayarak:

“-Bir şeyler yapalım anne!” dedi Hacer’e duyurmamaya çalışarak…


O hafta annesi ve Hande, Hacerlere gidip annesi ve Hacer’i kendi evlerine taşıdılar Hacer, artık Handelerden okula gidip geliyordu, ne dağınıktı, ne de aptal Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu Seneler geçti Hacer ve Hande bir arkadaş değil, iki kız kardeştiler artık…


Mor menekşeler, Hande’ye Hacer’i armağan etmişti Hacer’e ise hem Hande’yi, hem hayatı Seneler sonra ikisi de evlendi

Hacer şimdi bir doktor… Hande’den vicdanın ne kadar önemli olduğunu öğrendi, hastalarına vicdanıyla birlikte şifâ dağıtıyor Hande ise bir öğretmen… Çocuklara farklı olan şeyleri sevmeyi de öğretiyor Bir kızı var Adı, Hacer Menekşe Hayatta en çok sevdiği iki şeye, birini daha ekledi Hande